23 Mart 2010 Salı

son iki domuz

Son iki domuz

Uykusunun yarısında bölünmesini hiçbir zaman sevmemişti Cevdet. O gece yumruklanan kapısını açmak için aceleyle yatağından kalktığında bunu bir kere daha anlamıştı, onun için dünya üzerindeki hiçbir şey deliksiz bir uykudan önemli değildi. Odasından çıktığında kendi kendine ‘’eğer gereksiz bir şey için kapım yumruklanıyorsa yumruklayanın kafasını kopartacağım’’ şeklinde söylenmeye başlamıştı ki yolun yarısında kapıyı yumruklayanın sesini tanıdı. ‘’İmdat’’ diyordu ses, ‘’yalvarırım kapıyı aç, yiyecek beni’’ diye yalvarmaya başlamıştı. Cevdet bu kadar cırtlak ses ve çatlak bir sesle bağıran bir tek kişiyi tanıyordu, kardeşi Mehmet.

Cevdet üç kardeşin en büyüğüydü, bundan hiçbir zaman hoşlanmamıştı. Onu ağabey olmaktan daha çok iğrendiren bir şey varsa o da iki yaban domuzunun ağabeyi olmaktı. Kıllı kalın derilerinden, uzun sivri dişlerinden, en çok da cırtlayan seslerinden iğreniyordu. Kendisini daha kalın bir sesle konuşmak için eğitmişti, kapıya yetiştiğinde de bu kalın ve diğer iki kardeşininkinden farklı olan sesiyle ‘’ne istiyorsun bu saatte?’’ demişti. Mehmet neredeyse kısılacak olan sesiyle ‘’o geliyor, büyük kötü kurt, Ahmet’i yakaladı şimdi de benim peşimde ne olur içeri al beni’’ diye yalvardı ağabeyine. Cevdet derin bir iç çekiş ardından kapıyı açıp Mehmet’in koridoruna yuvarlanmasına izin verdi. Sebebi ne olursa olsun kardeşlerine tahammül edemiyordu. Mehmet hızını kesmeden evin salonuna daldı. Üstündekilerin birbirine yamanmış pislik içinde paçavralar olduğunu görünce Cevdet de aynı hızla onu takip etti. Mehmet perdeleri çekip aralarından dışarıyı izlemeye başladı. Gözleri boş sokakta gölgeleri kovalıyordu. Cevdet kollarını kavuşturup kapının eşiğine yaslandı. Gene kendi sesiyle, ‘’Polisi aradın mı?’’ diye sordu. Mehmet arkasını dönmeden ‘’evet iki saat önce aradım, en az bir iki saat daha ortalıkta görünmezler’’ diye cevap verdi. Mehmet kafasını sallayarak kardeşinin yanına yaklaştı, ‘’ben kurt falan görmüyorum, yanlış anlamış olmayasın’’ dedi. Mehmet’in hareketleri sakinleşti, kaşları çatıldı, sinirli bir şekilde yüzünü Cevdet’e döndü; ‘’Ahmet’i yattığı parkta gafil avladı, benim gecekondumu da tek nefeste havaya uçurdu, o sırada evde olmamam büyük şans’’ dedi. Cevdet ‘’peki neredeydin?’’ diye karşılık verdi. Mehmet cevap vermedi, onun yerine ‘’işte’’ dedi koca kahverengi burnuyla sokağın karşısını göstererek, ‘’beni buldu, kokumu izlemiş olmalı’’. Cevdet kafasını cama yaklaştırdı, kurt karşı kaldırımda onlara bakıyordu. Karanlık suratında gözleri parladı, sonra yavaş bir hareketle durduğu yerden kenara çekildi. Ahmet, üç domuzun en küçük kardeşi ağzı burnu kan içinde sokakta yatıyordu. Sonra hiç beklenmedik bir şey yaptı, kıpırdadı. Cevdet’in önce gözleri büyüdü, sonra kaşları çatıldı. Mehmet’e döndü, ‘’nasıl olur, nasıl hayatta kalabilir?’’ diye sordu. Mehmet salondaki büyük koltuklardan birine çöktü, ‘’çünkü Ahmet çok sıska. Esas istediği benim, daha şişkoyum ve daha iyi durumdayım’’ dedi. Gerçekten de şişkoydu, en şişkoları oydu. Cevdet perdeyi çekip tekrar kardeşine döndü, ‘’neden onu buraya getirdin?’’ diye öfkeli bir biçimde sordu. Mehmet’in kulakları dikildi, yüzü kızarmaya alnındaki damarlar belirginleşmeye başladı, oturduğu yerden ayağa kalkıp öfkeyle bağırarak ‘’ne demek neden buraya getirdin onu? Ne yapsaydım, polise gitseydim de bir araba dayak mı yeseydim onlardan? Hem o zaman Ahmet kesin ölürdü, ama ikimiz birlikte olursak bir ansımız var derim’’ diye bağırdı. Cevdet kendine hâkim olamadı, tükürükler saçarak Mehmet’in suratına gülmeye başladı, ‘’neden ardım edecekmişim? Bu senin kavgan benim değil. Hem baksana bir bana, benim size benzer bir yanım mı kaldı? Yok efendim, git kendi savaşını kendin ver‘’ diyerek oturduğu yerden kalktı. Mehmet’in yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu, ama sustu. Bu saatten sonra konuşmanın pek bir manası olmayacağını düşündü. Ayağa kalkıp sert bir ses tonuyla ‘’bari kapıya kadar eşlik et’’ diye ağabeyini tersledi. Cevdet’in yüzündeki sırıtma biraz daha büyüdü, ‘’hayhay’’ dedi, ardından salondan çıkıp evin kapısına doğru yürüdü.

Mehmet sesini çıkartmadan salondan çıkıp Cevdet’in eşinden kapıya kadar yürüdü. Cevdet kardeşine kapıyı açtı, ‘’çabuk ol uykum kaçacak gene’’ dedi. Mehmet karşı sokakta ona bakan kurtla göz göze, kafasını çevirmeden kardeşine ‘’bak, işte kurt orada’’ diyerek kutru işaret etti. Cevdet boş bir ifade ile kafasını çevirip karşı kaldırımda sırıtan kutra baktı, ‘’ee ne olmuş?’’ diye sordu. Mehmet birden kardeşine döndü, gırtlağından ve omzundan tutup onu kapıdan dışarıya fırlattı, kapıyı arkasından kapattı. Cevdet büyük, ince, koyu bir çığlık patlattı. Kalın sesinin yerine cırtlayan bir sesle kapısını yumruklamaya başladı, ardından ‘’ne yapıyorsun seni yüzsüz, içeri al beni’’ diye cırtlak bir tehdit savurdu. Mehmet kapının arkasından ‘’kendi savaşımı veriyorum’’ diye bağırıp salona geçti, koltuklardan birine kendini bıraktı. Dışarıdan gelen bağırış çağırış birkaç saniye içinde sona erdi. Mehmet pencereden sokağın boş olduğuna ikna olunca evden dışarı çıktı ve karşı kaldırımda yatan kardeşini sırtına alıp eve geri taşıdı. Ahmet baygındı ama iyi durumdaydı.

Hiç yorum yok: