2 Mayıs 2010 Pazar

Palas pandıras

Palas pandıras
“Eh be amca, bir de bana kızıyorlar evde odamı dağıtıyorum diye. Hengâmeye gel resmen savaş alanı” dedim. Amcam alnını kırıştırıp gülümsedi, salonunun kalabalık bir yerinden oturmam için bir sandalye çıkarttı. Serzenişime aldırmadan,“Otur da anlat bakalım, neler yapıyorsun görmeyeli” diye sordu. Oturdum, biraz kaşınıp “hiç” dedim, “köpeğin nerede?
Amcam yerinden doğrulup evine doldurduğu çer çöpün içerisinde bata çıka kendini koridora attı. Ben de sandalyeden inip bata çıka onu takip etmeye başladım. Adamın evi “bununla bir şeyler yapılır” diyip de atmaya kıyamadığı kumaş, kâğıt artıkları ile doluydu. Masasının üstü, rafları o kadar tıkış tıkıştı ki kendisi eve zor sığıyormuş gibi gelirdi bana. Ama sığıyordu işte, üstüne üstlük bir de benim kadar köpeği vardı.
Koridorun kapısından “uyuyorsa uyandırma” diye bağırdım. Bir kalın havlama sesi, ardından da amcamın “gerek yok sen uyandırdın” diyen kahverengi sesi cevap verdi bana. Hızla geriye dönüp sandalyeye oturdum, yan gözle kapının eşiğini gözlemeye, eşiğin içerisine kulak kabartmaya başladım. Önce kayışın çözülen şıkırtısı geldi eşikten, ardından fayans zeminde tıkırdayan tırnakların sesi. Nihayetinde amcamın dili bir karış dışarıda, söz dinlemez köpeği eşikten içeriye fırlayıp, salonun sağına soluna istif edilmiş gazetelerin, dergileri devirerek koşuşturmaya başladı. Elimi dizime vurdum, “gel, buraya gel” dedim. Geldi. Kafasını kucağıma koyup ıslak ıslak karnıma üflemeye başladı. Kafasını nazikçe kafasını okşadım, sertçe kulaklarını kaşıdım. Hoşafına gitmiş olacak, deli deli kuyruğunu sallamaya başladı. Arkasından amcam da eşikten içeriye geçip karşıma, koltuğunun üzerine yığılmış paçavraların arasına yerleşti. Bana bakıp “sevdin galiba köpeği” dedi. Başımı kaldırıp “sevdim ya” dedim. “Al senin olsun istersen” dedi. “İsterim ama alamam” dedim. “Nedenmiş o” diye sordu, “evde yer yok” dedim. Sustuk.
Bir yorgun bakıyordu amcam. Gözleri yarıya inik, dalgın dalgın köpeği izliyordu. Yalnız yaşıyor diye bilirdim amcamı. Gerçi onu tanıyalı bir beş yılı doldurmamıştı ama hep tek başına yaşamış gibi bir ifadesi vardı, ya da ona baktıkça hep tek başına yaşadığına inanmak isterdim. Bir de bıyığı vardı amcamın, babamın bıyığı gibi “Pos” tu. Lâkin pos demeye insanın dili varmıyordu, başka bir şey dedirtiyordu. O öyle dalmışken “amca, senin bıyığın pos mu?” diye sordum. Dalan gözlerini köpekten ayırmadan kafasını sallayarak “pos” diye cevap verdi. “Ama babamınkiler de pos, seninkiler daha bir şey…” dedim. Bakışlarını köpekten bana çevirip “ney” dedi. Dilim dönmüyor, damağımı yalıyordu. Tekrar “çok şey…” dedim. Ikındım, kendimi sıktım. En sonunda azımdan “palas pandıras” çıktı. Bu sefer şaşkınlıkla “ney” diye tekrarladı amcam, bir yandan da bıyığını düzelterek “palas pandıras ne demek biliyor musun sen” diye sordu. “Bilmiyorum” dedim. Bilmiyordum. Amcam bıyığını düzeltmeye devam ederek “e nerden çıktı o zaman” dedi, “öyle bir ifadeleri var” dedim. Güldü, “amma da uçtun ha, bıyığın ifadesi mi olurmuş” dedi, cevap veremedim. Onun yerine ben de güldüm.
Gülmez olaydım. Amcam tuttu, kitaplıktan köpek kadar, ben kadar bir sözlük çıkarttı. Uzatıp “al” dedi, “bak bakalım neymiş palas pandıras. Sıkılarak sözlüğü amcamın elinden alıp sayfaları karıştırmaya başladım. Küçüktüm, sevmezdim resimsiz sayfaları kurcalamayı. Sözlüğü kapatıp “ya, sen baksana” dedim amcama. Eli hala bıyığında “nedenmiş” diye sordu. Utanmadan “ben daha çocuğum, sıkılıyorum” diye cevap verdim. Amcam “iyi” dedi, sözlüğü elimden çekip aldı, “P” harfinden “Palas pandıras” a baktı, kapatıp yerine kaldırdı. “Buldun mu” diye sordum, “buldum” dedi. “Neymiş” dedim, “boş ver, küçüksün sıkılırsın” dedi.
Sıkıldım, utandım. Hafiften de kaşınmaya başlayınca “Peki o zaman, ben kalkayım” dedim. Amcam “kalsaydın daha, köpeği gezdirirdin” dedi, “boş ver, sıkılırım” dedim. Sandalyeden indim, amcamı öpüp evden çıktım. Sonra… Sonra bir on yıl kadar büyüdüm. Boy attım, tıraş oldum. Koştum, tırmandım. Korka tırsa seviştim, kavga ettim. On yılın sonunda “artık tamamdır herhalde” dedim. Kalktım sabah erkenden dayandım amcamın kapısına.
Geç açmıştı kapıyı. İçeri girince fark ettim, yaşlanmıştı amcam. Saçlarının azı dökülmüş çoğuna ak düşmüştü. Tıraşsız yanaklarından öptüm, salona geçip bir koltuğa oturdum. Oturacak yeri de boldu artık, on yıl öncesinin kumaşları, gazetelerini kaldırmıştı. Etraf ferahlamıştı. Karşıma, kanepeye bıraktı kendini. Biraz arkasına yaslanıp, “e anlat bakalım, neler yapıyorsun görmeyeli” diye sordu. Düşündüm, biraz kaşınıp “aynı işte” dedim, “köpeğin vardı, ne oldu ona?
Masadan aldığı bir mendile sümkürdükten sonra, “bilmiyorum, vereli bayağı oldu” dedi. Şaşkın, “a, niye verdin ki köpeği” dedim. Parmağı ile yukarıyı göstererek “şikâyet geldi üst kattan, apartmanda köpek besliyor diye” dedi. Onaylarcasına kafamı salladım. Birkaç saniye sessizlikten sonra “yahu amca, sen o köpeği nereden bulmuştun” diye sordum. Yorgun bakan gözleri kısıldı, sonra yüzüne bir gülümseme yerleşti. “Sokak köpeğimiydi” diye ekledim. Onaylayarak başını salladı, “taksinin altında bulmuştum” dedi. Güldüm.
Köpeğin kafasını kucağıma koyup dilini sarkıtması aklıma geldi, sonra da amcamın bıyığı. Çaktırmadan amcamın bıyığına baktım. Aynıydılar hala, “pos” dan bozma palas pandıras. Kalktım, kitaplığın üst raflarında duran kalınca sözlüğü yerinden çekip kurcalamaya başladım, “ne arıyorsun” diye sordu arkamdan amcam elimde sözlüğünü görünce. “Hiç, canım sıkıldı bakınıyorum öylesine” dedim. Bıyık altından gülerek, “Palas pandırasa mı bakıyorsun” diye sordu. Gene güldüm, elimde sözlük amcama dönüp “he ya, onu arıyorum” dedim. Tekrar güldük. Sonra bir nefes alıp biraz daha güldük, ardından daha büyük, daha sesli güldük.
Sözlüğe bakmayı sürdürerek yerime oturdum. Amcam “bulabildin mi bari” diye sordu, gülerek “buldum” dedim. Sözlüğü kapatıp masaya bıraktım. Kafamı kaldırıp “bence hala palas pandıraslar” dedim, “Eh iyi madem” diye karşılık verdi. Sonra aklıma geldi, “amca, köpeğinin adı neydi?
Bir süre düşündü, sonra “sen söyle, ona da yakıştırıver bir şey” dedi. “Unuttun mu yoksa” diye sordum, “farz et ki unuttum” diye cevap verdi. Kafamı kaşıdım, uzaklara baktım, köpeğe isim ararmış gibi yaptım. “Vallaha bulamadım” dedim, gülümsedim.
En sonunda gitmeden evvel “bak benim bıyık da çıkıyor” dedim. Yaklaştı, gözlüğünü takıp baktı, “evet de sana yakışmayacak” dedi. Kızdım, “nedenmiş o” dedim. Yüzü bir ekşidi, “şey…” dedi. Anlamadım, “ney” dedim. Yüzünü biraz daha ekşitti, ardından hafif gülümseyip “şey” dedi, “palas pandıras.
Güldüm, sessizce güldüm. Bir on yıl daha büyüdüm. Bıyık bıraktım, yakışmadı kestim. Ama hep yakışsınlar istedim. Gür çıkmalarını bekledim hep, şöyle “pos” dan bozma palas pandıras.

--0317090032 Ali Yörükoğlu

Hiç yorum yok: